22 Ekim 2012 Pazartesi

VEDA'ya İlk Bakış


Ayşe Kulin çok sevdiğim bir yazar olduğu için, Veda romanını büyük keyifle okumuştum. Ayşe Kulin'in birçok kitabında olduğu gibi Veda'da da, hikayesi anlatılan ailenin tüm yaşantısını ve duygularını içimde hissetmiş, onları sevmiş, sanki yaşadıkları ortamın içindeymişim gibi hissetmiştim. 
Ve kitap bittiğinde de sanki o konaktan kapı dışarı edilmişim gibi gelmişti.:)
Özetle, kitap beni çok içine almıştı. Hal böyle olunca, Veda'nın dizisi çekileceğini duyunca ilgimi çekti. Gerçi okuduğum hiçbir kitabın film ya da dizi uyarlaması bana romanı kadar keyif vermedi şimdiye kadar. 
Bir de, film hadi neyse de -iki saatte izliyorsun bitiyor- sonunu bildiğim bir kitabın dizisine en az iki sene bağlanmak bana biraz saçma geliyor.
Üstelik kitaptaki aşk - spoiler yok burada, Mehpare ile Kemal'in arasında bir aşk olacağı zaten gün gibi aşikar- ve bu aşkın seyri beni çok etkilemişti. Ben bu seyri biliyorken ne kadar keyif alabilirdim diziden ya da kitabı okurken derinde hissettiğim duygunun ne kadarını yaşatabilirdi bana dizi?
Bu hislerle, bu gece biraz gecikmeli de olsa izledim Veda'nın ilk bölümünü.
Diziye çok emek verileceği kesin, bu emekte payı olan herkesin ellerine sağlık öncelikle.
Ama önyargımda da haklıymışım gibi hissettim. Öncelikle sahneler bana biraz abartılı geldi. Dönem dizisi olması, eski zamanlarda geçiyor olması,  duruşların, bakışların, tavırların abartılı olması gerektiği anlamına gelmiyor. Sonuçta günlük hayatlarını yaşıyor karakterler, konağın içinde geziniyorlar işte, büyütülecek bir durum yok.
Diyaloglar da pek doğal gelmedi bana, biraz yavan kalmış, içine pek giremedim. 
Ama dedim ya, ilk bölümü izledim sadece. Belki diğer bölümler daha başarılıdır, bilemiyorum. Ama sonuçta dizi ilerledikçe illa ki açılacaktır, mayalanacaktır. Ancak olacakları biliyor olmamdan ve o aşkın tadını dizinin bana vereceğinden çok şüpheli olmamdan, büyük ihtimalle üç beş bölüm bakar ve bırakırım diye düşünüyorum.
Eğer şimdiki düşüncelerim ileride ciddi şekilde değişirse zaten mutlaka buraya not düşerim.
Şimdilik böyle.:)

20 Ekim 2012 Cumartesi

Günün Film Karesi | Bitter Moon


Filmin IMDB sayfası.

Geleneksel 1. Film Koltuğu Bilgi Yarışması.

Soru:
Aşağıda gördüğünüz alet nedir, ne işe yarar?
Doğru cevabı veren ilk 10 okuyucumuza buradan öpücüklerimizi iletiyoruz.


a-Tokmak
b-Çakmak
c-Peçetelik
d-Film gösterim makinesi
e-Hepsi


DUHUL-İ MUZAFFERÂNE

Sayın okuyucu: 
Sen ki yaş ortalaması Avrupa sıralamasında en küçücük olan genç nüfusun internet kullanan cücük kesimi ve de henüz SEO fakiri taptaze blogumuzu yıllar sonra okuduğunda "Sen bunu okuduğun sırada ben çok yaşlanmış olacağım" diyebileceğim "En az üç çocuk" jenerasyonu temsilcisi, okuyucumuz olmaya aday ütopik, futuristik ve fantastik profili. Selam eder o tuhaf sabırsız gözlerinden öperim.

Burada yedinci sanat denilen rüya alemine zaman zaman istihareye yatıp, gördüklerimi de tamamen "KAFAMA GÖRE" yorumlamak niyetindeyim. Şimdiden söyleyeyim ki benim ipimle film seçmek, geyik gibi şeylere malzeme yapmak, hele ki fikir yürütmek filan tamamen senin sorumluluğundadır. Hatta filmleri yorumlarken filmden bahsedeceğimi bile garanti edemem. 

Ve sevgili blog ortağım, sevgilim, canım, eşim Eylül, inşallah seni üzmem. Yapmaya çalıştığım bir duhul-i muzafferane, az biraz seyreyle.

19 Ekim 2012 Cuma

DEXTER | 7. Sezon İlk Üç Bölümden Notlar


Dexter, ilk başlarda "çok kanlı olabileceği" önyargısı ile izlemediğim ama Gökhan'ın "Hayır düşündüğün gibi değil, izle bak çok seveceksin" ısrarları üzerine başlayıp gerçekten hastası olduğum bir dizi.
Ve Dexter hayranlarının bildiği üzere, dizinin altıncı sezonu öylesine pis bir noktada bitti ki, "Eyvahlar olsun, dokuz buçuk  ay nasıl bekleyeceğiz şimdi?!" dedik hepimiz. 
Dexter'ın elinde bıçakla Debra'ya yakalanıp "OH GOD" deyişinin üzerinden dokuz ay on iki günlük, tam anlamıyla bir hamilelik süresi geçti ve 30 Eylül'de yedinci sezonun ilk bölümü dünyaya geldi. Nihayet!

Madem o kadar bekledik, biraz daha dişimizi sıkalım dedik biz ve üç bölüm biriktirip öyle izledik, keyfi arttırmak için.

Ve gerçekten çok tatlı oldu!

-- Spoiler içerebilir --










Dexter'ın basılma anından sonra, kopya çekerken yakalanan çocuk gibi saçmalaması, Debra'nın Dexter'ın yazdığı senaryoya  inanmak istemesi ama en nihayetinde bir dedektif olduğu için böylesi saçma bir hikayeye inanmaması, bir kız kardeş ve bir polis olarak yaşadığı ikilemler, abisini bu yoldan döndürmek için gönülden çabalayışı... 
Dexter'ın da Debra'ya kendini teslim etmek istemesi, bir yandan kız kardeşine karşı içtenlikle dürüst olmaya çalışırken, diğer yandan onun tarafından sürekli gözlenmekten sıkılması...






Masuka'nın lab stajyeri - kanıt eli evinde saklayan, bilgisayar programcısı, şaibeli karakter - Louis Greene'in Dexter'a iyiden iyiye kafayı takması ve bu takıntısının bedelini pek nahoş ödemesi...

Bu arada ilk bölümde, dedektif Mike Anderson'ın tabir yerindeyse - çölde kutup ayısı -  talihsizliği ile vuruluşu ve ölüşü, Dexter'ın katili inanılmaz bir hızda bulup mıhlaması ve denizin derinliklerine göndermesi... 
Amma velakin katilin aslında buz dağının görünürdeki minicik ucu olması ve köklerinin taaa Ukrayna'ya ve Koshka Kardeşler adlı bir fuhuş ve eroin mafyasına dayanması. 

Ve Dexter'ın bundan ve kendine doğru yaklaşan kocaman beladan haberinin olmayışı! 

Farklı farklı case'ler dışında, bu sezonun ana konusu Koshka Kardeşler vs. Dexter olacak. Zavallı Dexter belli ki hem kardeşini idare etmeye çalışacak, hem fırsat buldukça avlanacak ya da avlanma içgüdüsünü bastırmaya çalışacak ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Ukraynalılar ile köşe kapmaca oynayacak.



Bu sezonun final sezonu olduğunu düşünürsek, heyecan tavanda olacak demektir! Hem son sezonun her bölümünün tadını çıkartmak hem de kendimizi bu heyecana iyice kaptırmak lazım.

Biz açılışı bol abur cubur ile yaptık. Dexter başlıyoooo coşkusunu, ıvır zıvır yasaklı şeyler yeme bahanesi olarak kullandık da diyebiliriz. :) Kendimizi dizinin heyecanına kaptırıp her bölümde böyle yersek, sezon sonunda 100er kilo olacağımız kesindir. 

O yüzden bu yazının sonunda kendime not: Dexter ile birlikte elma yenilecek! 

Bundan sonra fırsat buldukça Dexter notlarımı gireceğim. 
Ve şimdi bitirişi de küfür kataloğu pek zengin olan Debra'nın yepyeni incisiyle yapayım!

CHRIST ON A FUCKING CRACKER DEXTER!!

15 Ekim 2012 Pazartesi

Monsters Inc.



Senelerdir hiç bıkmadığım, her izlediğimde aynı keyfi aldığım ama her seferinde de başka başka detaylar yakalayıp güldüğüm çok sevgili başucu filmim: Monsters Inc. Bir film bu kadar mı sevimli, bu kadar mı renkli olur! 
Konu özetle şöyle: Film birbirinden değişik, çeşit çeşit canavarların dünyasında geçiyor. (Benim gibi karakter tasarımına ilgi duyan biri için cennet gibi!) Ancak bu canavarların insanlarla hiçbir şekilde temas etmemeleri gerekiyor, çünkü insanların kendileri için öldürücü olduğunu düşünüyorlar.
Monsters Inc. ise bir şirket ve bu şirkette çalışan canavarlar, geceleri gizlice insan çocukların odalarına süzülüyorlar, onları korkutuyor (tabii ki temas etmeden) ve çığlıklarını toplayıp depoluyorlar. Bu çocuk çığlıkları Monsters şehrinin enerji kaynağını oluşturuyor.


Sullivan bizim baş karatkterimiz. Şirketin en başarılı çığlık toplayıcı canavarı. Efendi, çalışkan, babacan. Mike ise onun yardımcısı, sağ kolu. Tam bir fırlama. Çapkın, esprili ve sevimli. Randall ise kötücül canavarımız. Sullivan'dan nefret ediyor, çığlık toplamada onu yenmek için yapmayacağı şey yok.
Onlar kendi hallerinde hayatlarını sürdürürken birden beklenmedik bir şey oluyor ve ölümcül, asla dokunulmaması gereken insan çocuklarından biri canavar dünyasına kaçıveriyor!










O kadar keyifle izleniyor ki bu film ve ben de o kadar çok seviyorum ki, Film Koltuğu'nun ilk postunu ona ayırmak istedim. İzlemeyenler mutlaka izlesin diyorum.

Yönetmen: Pete Docter
Yazarlar: Pete Docter, Jill Culton, Jeff Pidgeon, Ralph Eggleston, Andrew Stanton, Daniel Gerson
Yapım yılı: 2001
Daha detaylı bilgi için IMDB sayfası burada.

Renkli günler dilerim. :)